25 Eylül 2020 Cuma

 

Soru şu olmalı bence  ...

İman etmiş bir adam HZ. Peygamberi  nasıl bilebilir  ?

Eğer sahabe gibi biliyorum derse bu mantıksal safsatadır ...

O zaman  zihnin 4 halinde bahsetmek kaçınılmazdır ..

1- Ben HZ: Peygamberi "İdraki hissi" olarak biliyorum demek için bakın klasik mantıkta nelerin zorunlu olarak bir arada bulunması gerekir ...

 

a)önce Hz. Peygamber ile ben  aynı mekanda  bulunmamız  gerekir ...Yani huzurda hazır bulunma durumu  ve onun maddi yapısını görmem,ellemem,omuzuna dokunuyor olmam, tokalaşmam gerekir. ...

Hani genel kurallarda hazirun  cetvelleri vardır ...Onu imzalayan kat maliki veya vekaletle oy kullanan veya kiracı ben toplantıda orada  bulundum orada fiziki olarak vardım.Diğer insanlarda fiziki olarak oradaydı.

Onlar bana fiziki olarak ,ben onlar fiziki olarak dokundum .

Onları bizzat canlı olarak beş duyum ile gördüm, işittim, elledim veya bu imkanım vardı ..

Yani hem onlar ve hem ben maddi olarak oradaydık (huzurda) ...Ve her birimiz tekil varlık olarak Hazirun cetveli ayrı ayrı şahıs olarak imzaladık .. ...

 

2-Ben  peygamberi  idraki hayali  olarak biliyorum ...Fakat bu bilişte bir önce ki  idraki hissi durumunda  ki belli şartlar ortada yok ...

oda şudur ...

HZ.Peygamber o an maddi olarak huzurda değil ,yani aynı mekanda değiliz ...

O an yok ..bir gün evvel  onunla buluştuğumuz gibi değil .Bahsettiğim anda yok ...

HZ Peygamber  dediğimde  zihnimde  maddi olarak huzurda bulunmuş birinden bahsetmiyorum ..

Onu zihnimde hayal ediyorum .

Fakat zihnimdeki hayalde,önceden kesin bildiğim bilgiler var aslında yani onun Ahmet'ten Mehmet'ten ayırt edebiliyorum  zihnim  bunu biliyor ...

Beş kişiyi bir arada görsem ve içlerinde HZ.Peygamber olsa onu bulup çıkartıyorum .

Onun fiziki yapısını, göz rengini saçlarını,ses tonun  biliyorum.Onu önceden kesin olarak beş duyum ile belirlediğim için fiziki özelliklerini keisn olarak biliyorum Canlı olarak şahit oldum .Fakat  o an yok ..ama zihnimde hemen onun maddi fiziki yapısı beliriyor.

Hayal edebiliyorum ..

İşte bu durum İdraki hayaldir ..

 

3-Bir 3.İdrak etme durumu ...

İdraki vehmi ...

Yani maddi özeliklerini  yani fiziki yapısını da attık onlar zihnimde yok .Boyu ,göz rengi ,ses tonu saçı bunları beş duyum ile ne geçmişte ne şimdi bilmiyorum ve onunla hiç aynı huzurda da mekanda bulunmadık,huzurda bulunma hali de yok  ...Sadece  zihnim vehmediyor .Bu olabilir  diyorum şöyle bir ses tonu olabilir diyorum ,saçı şöyle,boyu  posu şöyle olabilir diyorum ...

Fakat tekil olarak onu düşünüyorum .Yani  insanlar demem gibi değil .Hangi insan sorusu akla gelir .Ahmet mi, Mehmet mi, Hasan mı ?HZ Muhammet diyorum tekil olarak onun varlığından bahsediyorum.  Bahse konu varlık tekil bir şahsiyet  olarak vehmediyorum ...

 

4-Şimdi son idrak meselesi  olan idraki akli ...

   Artık ortada ;

   Maddi şart yok, huzurda bulunmak yok, tekil olarak bahsettiğim biri de yok.Peygamberler diyorum .Kim onlar hangi Peygamber ?Hz Muhammet demedim. Hz İsa, Musa demedim ...Tekil olarak bir varlık yok zihnimde ,sadece Akli olarak idrak ediyorum ...

 

                Bu kadar uzun yazmamın sebebi sadece bir soru sormak ve  eğer  bu uzun yazıyı okuyan varsa  ondan bir cevap almak için Gemlikte bir cuma (aslında bir çok cuma ve vaazlarında aynı şeyi yaparlar ya  neyse )şöyle demişti ..

"BİR GÜN EFENDİMİZ YOLDA GİDERKEN  BİR ÇOCUK GÖRDÜ (...)"

 

İşte bu anlatıdaki  vaaz efendinin; HZ Peygamber ve olayın geçtiği mekan ve o çocuk zihnin de idrak ettiği durum nedir ?

Hissettiği  peygamber mi ?

Hayal ettiği bir peygamber mi ?  

Vehmettiği bir peygamber mi  ?      

 Aklettiği bir peygamber mi ?



 

27 Mayıs 2020 Çarşamba

İKTİDARLARIN YOZLAŞMASI DEDİĞİMİZ ŞEY...KAMU TERCİH TEORİSİ...







İktidarların yozlaşması dediğimiz şey,iktidarların kamu kaynaklarını belli şahıs ve guruplara tahsis etmek aktarmasıdır ...
Peki Kamu kaynağı nedir ?
Kamu kaynağı nerden doğar?
Kamu kaynakların etkin kullanılması meselesi nasıl hallolunur ?
işte "kamu tercih teorisi" politik bilimin iktisadi analizidir  ...
1- Tüketiciler bir takım ürün ve hizmetleri talep ederler ...
2-Üreticin, bu isteği karşılaması, dengelenmesi,bir şekilde Fiyat üzerinden olur .
3-Tüketici bir malı en kaliteli ve en ucuz şekilde temin etmek ister.
4-Buda ancak rekabetin olduğu piyasada olur .
5-O rekabet ortamında rakiplerinden daha iyi malı satmak ister  üretici /satıcı .
6-Bu da verimlilik noktasında buluşmak demektir .

ŞİMDİ GELELİM BU İKTİSADİ ANALİZİ  POLİTİK HAYATIMIZA UYGULAMAYA .
KALKTIĞIMIZDA Kİ GERÇEKLİĞE ...

1-Her iktisadi aktör kendi çıkarını maksimize etmek için uğraşır .Kendi çıkarı için koşar durur .
2-Politik dünyada bu çıkar arayan aktörler, politika yapıcısı,siyasi partiler ve iktidarlar ile SEÇMENLERDİR...

3-Yani normal iktisadi hayatta ki  "üretici ve tüketici "olan aktörler,statü değiştirir.
 POLİTİK HAYATTA ; ÜRETİCİN YERİNİ İKTİDARLAR , SİYASİ PARTİLER , TÜKETİCİN YERİNİ DE  SEÇMEN ALIR .

4- İKTİDARLAR VE SİYASİ PARTİLER:KAMU HİZMETİ SAĞLAMAK İÇİN VARDIR VE KAMU KAYNAĞINA TALİPTİR...

5-SEÇMENLER İSE TEK TİP TEK BLOK DEĞİLDİR...
  a-Tüketici konumundaki seçmenler sade vatandaş olduğu gibi,
  b-Çıkar gurupları (SENDİKALAR, MESLEK ÖRGÜTLERİ,YARDIM DERNEKLERİ ) olabilir...
6-Maksimum oranda POLİTİK hayatta siyasi partiler ve iktidarlar(Yani  bu hayatın üretici aktörleri )SEÇMENDEN MAKSİMUM ORANDA OY ALMAK İÇİN UĞRAŞIR (yani tüketici konumundaki seçmenden )
7-Politik aktör hizmeti oy almak için sunar.Çünkü onları ÇIKARLARI  iktidarda kalmak için bu yöndedir ...
8-Seçmenin çıkarı da olabildiğince kamu kaynağından hizmet almak menfaatlenmektir .
9-Seçmen beleş hizmeti alırken "nasılsa bu hizmet benim cebimden çıkmıyor diye bakar ve çıkarını en maksimum seviyede sağlayan da  arar "

SONUÇ YERİNE :
İKİ TİP MÜBADELE(DEĞİŞ-TOKUŞ)VARDIR ,

A-İktisadi mübadele: (Üretici,Tüketici,mallar, ve fiyatlar )

B-politik mübadele:Politikacı ,Seçmen ,Kamu hizmeti , OY ...

İşte biz politik mübadelede(değiş-tokuşta) oy verip kamusal hizmet alıyoruz...
İktisadi mübadelede de para verip   karşılığında MAL alıyoruz ...

İKTİDARLARIN ÇIKARLARI İKTİDARLARINI KORUMAK ...
SEÇMEN ÇIKARI İSE KAMUSAL HİZMETİ DAHA FAZLA BELEŞ ALMAKTIR .   

buradaki asıl sorun İKTİDARLARIN İKTİDARDA KALMAK İÇİN RAKİPLERİ İLE NASIL BİR MÜCADELEYE GİRDİĞİ DİR ...

eğer şartlar eşitse,seçmen davranışlarını hem iktidarlar hem diğer partiler  eşit oranda etkilemek için  kullanıp seçim yarışına giriyorsa , yani hepsi adil olarak  propaganda  aygıtlarını  görsel ve yazılı basını ve en önemlisi BİZ DEKİ GİBİ," KIT OLAN "kamu kaynağını RASYONEL KULLANIYORSA DEMOKRASİ TEORİSİ  PRATİKTE DE OLUMLU SONUÇ VERİR SANDIK HER ŞEY DİR ...

EĞER KANUN VE OLAĞAN ÜSTÜ DURUMLARDAKİ YASALARLA RAKİBİ SUSTURUP ADİL OLMAYAN BİR SEÇİMİ KENDİ LEHİNE ÇEVİRİYORSAN BURADA  DEMOKRASİ TEORİSİNİN SEFALETİNDEN BAHSEDEBİLİRİZ ..





23 Nisan 2020 Perşembe

Düşünce nedir? Güncellenmemiş bilgi,beyninizde taşıdığınız defolu lüzumsuz "mal" gibidir.








Sokrates: "Felsefe, neleri bilmediğini bilmektir."

Platon: "Doğruyu bulma yolunda, düşünsel (idealist) bir çalışmadır." 

Aristotales: "İlkeler ya da ilk nedenler bilimidir felsefe."

Epikuros: "Mutlu bir yaşam sağlamak için, tutarlı eylemsel bir sistemdir."

Augustinus: "Felsefe tanrıyı bilmektir ve gerçek felsefeyle, gerçek din özdeştir."

Anselmus: "İnanılanı anlamaya çalışmaktır."



Karşımda bir kuş duruyor...yanımdakine dedim ki  bak karşıda bir serçe var...
Bu söylediğim şey düşünce(m) midir?

Karşımda duran şey, yani kuş ve soyutlanmış hali ile bir serçe...
Ontolojik olarak var olduğundan zihnim bunu tasdik etti...
Yani kendiyle var olan,benim arayıp bulmadığım bir hayvan...
Varlığı ile düşüncemi oluşturdu...
Bu bendeki şuurlu bir faaliyet midir?

Yanımdaki benden aldığı bu bilgiyi bir üçüncü şahsa aktardı..
Bak "Abidin" kuş var dedi üstelik serçe...

Yanımdaki "bu bilgiye "sazan gibi hemen atlamadı " bir dakika" dedi..
gidip bakayım...

ve gitti baktı ...

"hayır kuş değil,serçe hiç değil işte bak elime aldım...

O kağıt parçası...

Demek ki zihnim ilk adımı atarken Ontolojik (kendiyle var olan) olanı tasdik ediyor...

Fakat ikinci adım olarak nesneyi bir tarafa bırakıp bilginin/bilgimin doğruluğunu tasdik ettiğimde başka bir  sorun çıkıyor...(eleştiri)

Karşımdaki şahıs bizzat bilgime eleştirel bakış getiriyor...
ve benim bilgimi eleştiriyor...

Ben de onu dinleyince ona hak veriyorum.

Ama  ilk bilgimin doğruluğundan çok emindim.(Çünkü öyle zannediyordum)...

Demek ki "ZAN" bilgi değilmiş...

Halbuki asıl doğru olan o arkadaşın getirdiği son bilgi...

O zaman ilk düşüncem yanlıştı...

Çünkü bizzat onun kuş olmadığını görmüştüm..

İMDİ;

Kendim için bundan sonuç çıkarmalıyım...


A-Bundan mutlu olmalıydım,çünkü yanlış bildiğim şey doğrusuyla yer değiştirmişti...

B-Buna üzülmeliyim çünkü  çünkü insanların önünde rezil olmuştum...

C-Buna kızmalıyım, inatla eski bilgimin doğruluğunu sürdürmeliyim...
                                          
Ben (A) şıkkını işaretliyorum...

                                                     ***

Kendimi belli bir kültürel ortamda bulmuştum...

Siyasi kültürümüzün ailece  yol haritası belliydi...

CHP'liydik, ama kendimi solcu olarak tanıtıyordum...

Oysa buz gibi ulusalcıymışım. 

Ne Marksı ne Marksist iktisadı  okumuştum .

Ne Lenin'in Emperyalizmin yapısal teorisini  okumuştum ...

Mukayeseli okuduğumda Marks;kendi yaşadığı zaman diliminde gözlemlediği gerçekleri hakikat zannetmişti.

Çünkü gerçekler öyleydi o yüzyılda ...Ne işçi hakları, ne iş saatlerinin  disiplini ne çalışma tüzüğü , ne haftalık yıllık  tatil,emeklilik , ne tehlikeli  işler tüzüğü hiç bir şey yoktu ...

Sömürü teorisinin yanlışlığını marjinal değer teorisiyle Carl Menger ,zaman tercihi (time-preference) teorisiyle de Eugen Von Böhm-Bawerk  göstermişti.


  

Bu sebeple ne kapitalizmin,ne emperyalizmin ne olduğunu bilmiyordum ...

Sadece ezber ve klişe  kelimeler ve zihnimdeki imge ... 

sadece kahrolsun sloganı beni cezbediyordu ...

Şimdi ise Bir virüse bulunacak aşı bile kapitalizm sayesinde olacak ,yardım, infak  ulusların zenginliği ile gerçekleşeceğini  insanlar gördü ...

Çünkü Kapitalizm  sadece üretim biçimiydi...

Onu vahşileştiren aşırı kâr hırsı ile iktidarlara istediği şeyi yaptıran kapitalist ile ona bu imkanı sağlayan devletti     

Fakat garip gelecek öteki yanım geleneksel dindardık, din adına iddialarımız vardı...

Tıpkı bu günkü Kemalistler,sosyalistler,İslamcılar, Milliyetçiler gibi gibi bir şeylere inanıyordum...  


Mukayeseli okumuyordum...

Bilgi olarak zihnimde sadece SANI vardı (zan,zehap) doğruydu..

Çünkü sonra öğrendim ki bilgi yanlış olmaz.Yanlış olan sanıdır ...

Ben "sanıyı" Bilgi zannetmiştim ..

İdeallerim vardı...

Rol modellerimden "rol" çalmıştım...



Dindarlığım ise atalar kültüründen gelmişti...

İbn Haldun'u, Karl Popper'i, Ali Şeraiti'nin hocası Gürvitch  ile Yaptığı tartışmayı öğreninceye kadar...



İbn Haldun'dan tarihi malzemenin, rivayetin "TEMYİZİNİ" sonra TENKİDİNİ  öğrenmiştim...

Öyle diyordu Haldun; "TEMHİSUL-HABER VE'L-İNTİKAD...

Yani gelen haberin aslını ,özünü cevherini bulup çıkartmak..Sonra  "tenkide" tabi tutmak...
Örneğin "Tarihi rivayet"; bir savaşın bir alanda (ÖR;Ankara Ovası olsun) kuvvetlerin bir birlerine karşı 2500 kişilik güçler halinde saldırıldığı haberi gelmiş dahi olsa ...

Bir tarihçi bu habere hemen atlamamalı,önce O OVA (Ankara ovası)  2500 kişiden 5000 kişiyi alacak büyüklükte mi onu araştıracak ki ileri ki nesillere yalan haber'i aktaran olmasın. Yanlış  TARİH BİLİNÇ oluşturmasın...


Aynı şekilde Karl Popper'in " "Yanlışlanabilirlik" İlkesi...Eğer bir teori,bir görüş yanlışlaşmaya kapalı ise ,yanlışlanamayan bir kuram bilimsel değildir.ÇÜNKÜ;" tümevarım ilkesinin geçersizliği nedeniyle, kuramlar hiçbir zaman deneysel olarak doğrulanamaz; ama yanlışlaşabilir."/örneğin çok sevdiğim bir Milliyetçi arkadaşım facebook'ta şöyle diyordu...

" Dünya üzerinde her milletten ırkçı olur ancak Türk'ten ırkçı olmaz ."



ve ;Karl Popperin yanlışlanabirlik  kuramına göre,bu ifade doğrulanamazdı  ama yanlışlanabilirdi. Ve yanlışlanmıştı da zaten ;kendi ve  partisi buz gibi IRKÇIYDI...





Bir diğeri Ali Şeriatin hocası ile giriştiği diyalogdur...

"İşte şimdi tam da olmak istediğimiz noktada yani 1961 senesindeyiz . O halde, bu tarihte henüz 28 yaşında olan genç Şeriati ile meşhur Prof. Gurvitch’in, o hoş ve bir o kadar öğretici diyalogunu aktarmaya başlayalım.

Dr.Şeriati, Prof. Gurvitch’den bahsederken, “ Benim bir üstadım vardı “ der ve şöyle devam eder ;
“ Onun için bir konferans veriyordum. Sosyoloji konularından birisinden bahsederken, bazı tanımlar aktarıyordum. Sonra Prof. Gurvitch’in tanımlarından birisini naklettim. “
Sonra ne mi olmuş? Prof. Gurvitch, ayağa kalkarak, genç doktora öğrencisi Şeriati’nin sözünü kesmiş ve ona anlattığı tanımın gayet saçma olduğunu söylemiş.
Dr. Şeriati utanıp susacaktır. Zira bu tanım bizzat Prof. Gurvitch’e aittir ancak o, hocasını tüm öğrencilerin gözünde küçük düşüreceğini düşündüğünden olsa gerek, o an için susmayı tercih eder.
Ancak, Prof. Gurvitch Şeriati’ye dönerek, bu bahsettiklerinin nereden alıntı yapıldığını sorar. Dr.Şeriati, “sizin falanca kitabınızdan hocam”, dediği vakit ise tüm öğrenciler gülmeye başlar.
Devamını tekrar Dr Şeriati’den dinleyelim. Bakınız o, hadisenin devamında sınıfta yaşananları nasıl anlatıyor ;
“ O bana, kitabın hangi senenin baskısı olduğunu sorunca, 1954 senesine ait olduğunu söylemiştim. Ve bana şöyle dedi; “ Fakat ben 1954 senesinde ölmedim. Şu anda 1961 senesindeyiz ve hala yaşıyorum. Yani 1954 ‘ten 1961’e kadar yaşadım ve düşündüm. Oysa sen 1954 senesindeki Gurvitch’e dair bazı tanımlar anlatıyorsun. Hem de 1961 senesinde var olan Gurvitch’in yüzüne karşı ..Ve eğer 1954 senesindeki sözüm ile 1961 senesindeki sözüm aynı olsa idi bu benim için fazilet olmayacaktı..Bu benim duraklamam ve durağanlığım olurdu. 1954 senesinden beri boşuna yaşamış olacaktım …“..

İşte böyle benim hikayem...

Güncellenmemiş bilgi beyninizde taşıdığınız 

defolu lüzumsuz "mal" gibidir...

yola çıktım ...
yoldan çıktım ...
kalabalıkla,grupla,ideoloji  ile hiç işim olmaz artık  




27 Kasım 2018 Salı

Bilmediğini bilmenin erdemi üzerine!! (cehl-i basit )

Bilmediğini bilmenin erdemi üzerine!! 
(cehl-i basit )

Bilgiç...Bilgin ...Bilge ...
Toplamışlar  ne varsa gökten...
İndirmişler yer yüzüne...
Sokratesi yargılıyor Atina yargıçları ...
oysa ölüm ona ...
ceza değil ki ...

"Atinalılar! 
Beni suçlayanların üzerinizdeki
tesirini bilemiyorum; fakat sözleri o
kadar kandırıcı idi ki ben kendi hesabıma
onları dinlerken az daha kim olduğumu
unutuyordum."(1) 

"Evet, yargıçlarım,
 bunlar daha tehlikelidirler;
 çünkü bunlar birçoğunuzun
ta çocukluğunuzdan beri yalanlarla
kandırarak güya göklerde olup bitenlerle
uğraşan, yerin altında neler geçtiğini
araştıran, yanlışı doğru gibi göstermeyi
beceren, Sokrates adlı bir bilgin olduğuna
sizi inandırmışlardır."(2)

oysa ben bilmiyorum ...
bilmediğimi biliyorum ...
neden bu düşmanlık ...
neden bu kin ve öfke ...
sen; "Meletos"(3)
nedir benimle olan meselen...
oysa ben ...
gençleri kışkırtmadım ...
ben dinsiz de değilim ...
ben bilgede değilim ...
ben bilginde değilim ...

"Benim bir bilgim varsa,
bunun nasıl bir bilgi olduğunu Delphoi
tanrısından dinleyin "(4)


1)Sokratesin savunmasının  ilk cümleleri ...

2) Sokrastese açılan dava da yargıçların suçlaması ... 

3) Meletos, Sokratesin hakkında yalan haberler yayıp, onu tanrılara karşı gençleri kışkırttığı kişi olarak dava açan kişi...

4)Sokratesin yargıçlara delil olarak sunduğu anlatı ...Hikaye şu !
Khairephon' diye bir arkadaşı vardır ...ve o dönemin en ünlü tapınağı olan Delphoi tapınağına gider ve oradaki Tanrı temsilci olan görevliye  Sokratesten daha bilgili kim vardır diye sorunca ...Tanrı adına yetkili, "Sokratesten daha bilgili biri olmadığını söylemiş"... 
Sokrates söyle devam eder 
Tanrının bu cevabını öğrenince düşündüm: 
Tanrı bu sözüyle ne demek istemiş? 
Bu muamma nedir?
Çünkü az olsun, çok olsun, bende böyle
bir bilgi olmadığını biliyorum.
 Böyle olduğu halde insanların en bilgini
olduğumu söylemekle ne demek
istiyordu? Tanrı yalan söylemez, yalan
onun özü ile uzlaşır bir şey değil. 

Gemlik /2018


19 Ağustos 2018 Pazar

AHLAKİ DOĞALCILIK ;

Türkiye toplumunda  yerleşik ahlak kuralı olarak "işlevsel" ahlakın oturmadığı inancındayım ...
çünkü ahlak denen  FITRAT 4-5 aşırılık,klişe ile tanımlanmakta ...

1-Hırsızlık...
2-Rüşvet ...
3-Yalancılık
4-Zina vs.. vs

Oysa toplumda yaşadığımız ve huzursuzluğumuzun kaynağı asıl işlevsel ahlak ...

Lokal örnekler  binlercedir...

Bir o kadarını siz ekleyebilirsiniz...

Benim çok sembolik verdiği örnekler
 
*Sabah mesaisine başlaması gereken mamurun kahvaltısını masasında yapıp vatandaşı bekletmesi ...

*Öğretmenin Öğrenciye görevi öğretmek olduğu halde öğretememesi ...

*Öğrencin görevi öğrenmek olduğu halde öğrenemeyişi 

* Trafik polisinin kuralları zengin ve imtiyazlı şahıslara uygulamaması ...

* Kamu adına politika yapanların kamu kaynağını çıkarı için harcaması (seçim kazanmak için)       

*Politika yapıcısının gördüğü hiç bir kötülüğe itiraz etmemesi ...

*Bir belediye başkanının Mahkeme kararına uymaması ...

*Bir bakanın gördüğü sahtekarlık karşısında soruşturma açtırmaması...

*Yol ve caddelerin yapımında ödenen istihkakların denetlenmemesi...

*Özeliklikle Türkiye'deki tüm Belediyelerin  döşedikleri kaldırım taşlarından asfalta kadar çok kötü malzeme ve işçilik le yapması ...

*Yerel  yönetimlerin yasaları arkasına alarak kıyı  yağmacılığı ...

*İktidarların sırf iktidarda kalma iştiyakı ile HUKUK YOLUNU KULLANARAK suçu affetmeleri , İmar affı vs vs ..      

*Bireyin yediği çekirdekten, sigarasına, çöpüne kadar  doğaya atması ve doğayı kirletmesi 
ve çok basit vermeye çalıştım bu günlük tanık olduğumuz ve bir toplumun  kalitesi belirlen davranışlar AHLAKIN KONUSUDUR...

   Özetle; her gün tanık olduğumuz, bu olaylar ve daha binlerce sayabileceğiniz  çirkinliklerin 
binlerce uygulamanın tek açıklaması toplum olarak hem yönetici sınıfı hem yönetilen olarak  AHLAKSIZ olmamızdır ...

PEKİ "DİN " NEDEN İŞLEVSEL  AHLAKA KATKI SUNMUYOR ...

NEDEN MÜSLÜMANLAR DA MODEL DAVRANIŞ YOK?

OYSA  DİN HİÇ BİR ŞEY SÖYLEMESE DE  PRATİK AKIL BU ÇİRKİNLİĞİ RAHAT TESPİT EDERKEN NEDEN HİÇBİR DÜZELME YOK ...

NEDEN, NORVEÇ,İZLANDA,JAPON VEYA BAŞKA TOPLUM BİZDEN ÇOK DAHA AHLAKLI?. 





"Ahlak iyi olan şey,işlevini en iyi yerine getiren şeydir .İyi bir yemek ,iyi bir asker,iyi bir futbolcu ,iyi bir öğrenci nitelemelerinde başındaki "iyi" sıfatı ,işlevini en iyi yerine getirme olarak tanımlanır .Bu, bir tür işlevselci ahlak teorisidir .Çünkü ahlâki doğalcılığına göre ,bütün ilişkileri,işlevlerini yerine getirmede durumlarına bağlı olarak iyi veya kötü olarak niteleyebiliriz .Ahlak ,bu tür nitelemelerin sistematik hale getirilmesi ile oluşur."( 1 )


1: İKTİSAT VE AHLAK ÖMER DEMİR SH/111 

DİP NOT:123: Örneğin ,homoseksüelliğin anormal ve ahlak dışı kabul edilmesinin gerekçesi ,böyle ahlâki  yaklaşım ile açıklanmaktadır .Buna göre homoseksüellik ,insan üreme organlarının amacı dışında ve ona aykırı biçimde kullanılması nedeniyle anormal  ve ahlak dışıdır .Levin Micheal     

  

5 Nisan 2018 Perşembe

KURAN BİZE YETERCİLER İLE YETMEZ HADİSTE GEREKLİDİR DİYENLER...

Metafizik alana ait ve nesnesine gidip ispat edemediğimiz kesinleşmiş bilgiye İman diyoruz.
Ve bilimsel bilgiden ayrılıyor ...
Adı Muhammet olan tanınmış bir insan geliyor ve Allah beni "Elçi" seçti diyor ...
Ben buna iman ediyorum ...
Lakin 1400 yıl sonra sadece aktarımla bana gelen bilgi yolu ile ...
Kimseye soramam özellikle nesnesine gitme şansım yok ...
Fakat sonunda ortada bir bilgi vardır ...
Yani bilmek isteyen "ben" ile bilinmek  istenen "şey" ...
Özne -Nesne ilişkisi ...
İnanan iman eder,inanmayan iman etmez ...
Fakat değişim sosyolojisi içinde İMAN edilen bilgi acaba her alanda doğrumu?
Bilgi (dine ait ) bize aktarımla gelmiş ...
Yaşayan sünnet hakim rol oynuyor bu bilgide,yani asırlardır yaşadığımız toplumu bizzat gösterdiği pratikler var ...
Bu pratikler her Müslüman toplum için tıpa tıp uymamakla beraber genelde birliktelik var ...
Başka bilgi kaynağı Rivayet sözlü kültürden "söz "aktarımla gelmiş...
Lakin bu söz çoğu zaman yazıya geçmiş ve yazılı kaynak olarak da gelmiş.
Fakat ; toplumların İslama girişi öyle steril"arı"bir bilgiyle de olmamış.
Bagajındaki eski bilgi, zihnindeki eski inanç kalıntısı tümden silinmemiş ...
Zaten silinemez ...
Beynin BOŞ LEVHA(TABULA RASA-John Locke ) haline gelip zihnin resetlenmesi mümkün değil ...
Ve en  gerçek hadise,birey DİNDEKİ ilk bilgiyi sosyolojik olarak önce Aile ve çevresel faktörle le alıyor ...
Bu bilgi edinimi işleminde ,kendi yeteneği,mizacı huyu,kapasitesi,anlama yetisi,inadı,ve  en önemli si TARİHSEL faktörler var ...
Yani Tarihin belli diliminde yaşamış olması  O TARİHİ YAŞANTI ,ÖRFÜ,GELENEĞİ ,ZİHİN KODLARI ile DİNİ BİLGİYİ DE ALIYOR .
ASABİYET DE ÇOK ETKİLİ ...
TEPKİSEL İÇGÜDÜ, TARİHEN OLMUŞ VAHİM OLAYLAR DA İTİKADI BELİRLİYOR ...
GELELİM KAFAMDA Kİ  SUAL  VE CEVAPLARA...
Fakat ondan önce salt mantıktaki TOTOLOJİYİ  izah etmek durumundayım ...
TOTOLOJİ: KAPLAMA  DAİR TANIMLARDIR ...İÇLEME DAİR BİZE BİR ŞEY VERMEZ...YANİ KAPLAMSAL TANIM ,SALT MANTIK AÇISINDAN YETKİNDİR AMA EPİSTOMOLOJİK AÇIDAN İÇLEME DAİR BİLGİ VERMEZ...
OYSA BİZ BİR ÇOK TANIMDA İÇLEME DAİR ÖZELLİKLER ARAR VE BULDUĞUMUZDA O KAVRAMIN ÖZELLİKLERİNİ BİLİR VE TANIMLARIZ ...
İBN HALDUNUN DEDİĞİ ;İNŞAİ CÜMLELER VE HABER CÜMLESİ DE ÇOK ÖENEMLİDİR ...
İNŞAİ CÜMLEDE DOĞRULUK YANLIŞLIK ARANMAZ...HABER CÜMLESİNDE ARANIR ...
MESELA ;HUZUR İSLAMDA,KURANA DÖNMEK LAZIM, KURANDA HER ŞEY VAR.İSLAMİ SİSTEM,İSLAM DEVLETİ,KURAN HER ŞEYİ AÇIKLIYOR ...VS VS ...   
     
BU AÇIKLAMAMAM DAN SONRA ÖZETLE TOTOLOJİ KİMSENİN RET EDEMEYECEĞİ , DOĞRULUĞUNDA  ÇOĞUNLUĞUN HEM FİKİR  OLDUĞU   TANIMLARDIR ...
ÖRNEK :SİZİN TAKIM NEDEN 6-0 YENİLDİ,
CEVAP: VALLA TOP KALE ÇİZGİSİNİ 6 KEZ GEÇTİ VE HER SEFERİNDE KURAL İCABI GOL OLDU ...
KİM İTİRAZ EDEBİLİR ? EVET BU BİLGİ DOĞRU.AMA; YENİLGİNİ SEBEPLERİ BU DEĞİL Kİ ?KALECİ HATASI,TAKIMIN KIRMIZI KARTLA ON KİŞİ KALMASI,HAKEM HATASI,RAKİBİN ÇOK ETKİLİ OLMASI VS VS BİR ÇOK ETKEN AASLINDA YENİLGİYİ AÇIKLAYACAKTIR ...

ŞİMDİ GELEYİM SORULARA ...
1- KURAN BİZE YETER  DİYENLER VE  YETMEZ İLLA HADİSLERDE GEREKLİDİR DİYENLERİN CİDDİ KAVGASI VAR ...

BEN HADİSLERİ KUTSAL METİN OLARAK GÖRMEYEN VE HZ. PEYGAMBERİN SÖZÜ OLDUĞUNUN İSPATININ  MÜMKÜN OLMADIĞI AMA "RAVİNİN "SÖZÜ OLDUĞUNU İSPATIN DAHA KOLAY OLACAĞINI İNANAN BİR ADAMIM.

HADİSLER  BENİM İÇİN,TIPKI SİYER BİLGİSİ GİBİ TARİHSEL BİR MALZEMEDİR.O TARİH DİLİMİ İÇİNDE VAHYE MUHATAP İLK KİTLENİN SOSYOLOJİSİNİ,TOPLUMSAL YAPISINI ÖRFÜNÜ,DİNDEN OLMAYAN SÜNNETİ ANLAMAK İÇİN  VERİ OLABİLİR ...
ANCAK SADECE BU KADAR ...

Hadisin vahiy gibi muamele görmesi  benim için mümkün değildir.
Sonuçta beşeri bir disiplin ve vahiyle yanlış olması halinde düzeltilmesi mümkün olmayan bir veridir.
Sonuçta iddia sahibi RAVİDİR .

Hz Peygambere de ait de olabilir, olmayabilir de...
Bu sebeple Hadis mutlaka KURANIN anlaşılması için gereklidir  diyen gurubun iddiasına katılmıyorum ...

BENİM SORUM İKİNCİ GRUBA; KURAN BİZE YETER "O MÜBİN VE İÇİNDE HİÇ BİRŞEY  EKSİK   BIRAKILMAMIŞ BİR KİTAPTIR DİYENLERE...
1- ÖNCE ; BU KİTAP İFADESİNDEN NEYİ  ANLIYORLAR?

A-Elimizdeki Mushaf, matbaada basılı olan ciltli  üretimi,yani yazılı TÜRKÇE metni ...
B-Hayır !Biz Arapça orijinal ama gene beşeri bir ürün olan matbaadan ve ya elle çıkmış kitabı  (BOOK ) yazılı metni anlıyoruz...
C-Hayır biz;vahiy dendiğinde "SÖZÜ" anlıyoruz.Yani "SÖZ" iletilmek  üzere Allah Resulüne geldiğinde ki HİTABI(O BİLDİĞİMİZ ANLAMDA "BOOK" DEĞİL, Yani matbaada basılı yazılı kaynak değil O BİR HİTAP  (İnzali  yukarıdan aşağıya inmek olarak anlayanlar için tartışma daha farklı , o şimdilik konumuz dışı)

Çünkü SÖZLÜ kültürde iki tane dinamik aktör vardır ...
İkisi de canlıdır.Allah resulü ve muhatabı.O SÖZÜ (vahyi )duyururken muhatabına iletirken,beden dilini kullanmakta,muhatabı ilk orijinal kaynak hakkında vahiyle tebliği verirken  vahiyle  korunmuş olan Elçiye anlamadığı yerden sorular sormakta,Allah Resulü'de uygulamalı olarak göstermekte ...
Oysa Yazıda;iki tane aktör vardır ...A-Metni okuyan(CANLI )Farklı bir KÜLTÜR de olması da  muhtemel insan ile( ki o insanın huyu , mizacı , kültürel terkibi , anlama kapasitesi, ön yargısı , kabilevi asabiyeti)bir de statik ve her soruya asırladır aynı cevabı veren ve  METNİ OKUYANIN HER İSTEDİĞİNİ METNE DOĞRULATMA İHTİMALİ OLAN YAZI ...     
BU SEBEPLE ; METNİ ANLAMAK İÇİN MUHAKKAK TARİHSEL VERİYE İHTİYAÇVARDIR DİYENLER ...

2- Fussılet Süresi 44.SUREDEKİ ; ......""Neden onun ayetleri açık ve anlaşılır değil; ne yani, bir Arab'a dili yabancı bir (hitap) mı?" derlerdi." İFADESİNDEKİ  ...
MUHTEMEL ARABIN İTİRAZI BİR JAPON VEYA TÜRK VEYA İNGİLİZ İÇİN GEÇERLİ OLMAYACAK MI?
YANİ ; ARABA İBRANİCE VEYA ARAMİCİ İNMİŞ OLSAYDI ONLARDAN, ARAMİCEYİ VEYA İBRANİCEYİ ÖĞRENİN SİZE BU YÜZDEN ARAPÇA İNDİRMEDİK TE DENİLEBİLİRDİ...
BURADAKİ SORUMUN MURADI DAHA AÇIKÇA ŞU ! ÖNEMLİ OLAN  BİR TOPLUMUN İÇİNDEKİ YETENEKLİ , AKADEMİSYEN VEYA İLİM ERBABI DEĞİL,ONLAR BU İMKANI BULABİLİRLER, ÖZEL EĞİTİMLİ BİR GURUP DA OLABİLİR , AMA "İLAHİ HİTAP/kitap  ÖZEL BİR GURUBA "SİZLER ANLAYABİLİRSİNİZ " DEMİYOR.OYSA İDDİA ;HERKES, AVAM,KÖYLÜ,İŞÇİ  KURANI  ANLAYABİLİR DİYOR ...EĞER AYET LİBERAL MANADA ALINIRSA, O "MÜBİN" BİR KİTAP VE MARANGOZDAN İŞPORTACIYA KADAR HERKES OKUDUĞUNDA ANLAYABİLİR  GİBİ BİR ANLAM DA ÇIKMAKTA, BU ANLAM RASYONEL Mİ ?
çünkü anlama dediğimiz faaliyet kaçınılmaz olarak kendi dilimize olandır ...oysa çeviri der özdeşlik olmaz benzertlik veya sinonim olur ...o zaman anlama  için eldeki musaha YETECEK Mİ ? 
     




           
     

         



   


25 Eylül 2016 Pazar

Davası İslamdan olmayan "ben" !


 "Birey"in söylem dışında öncelik kazanamadığı, o nedenle arzulanan dönüşümlerin "tektipleştirilenlerin oluşturduğu kitleler" üzerinden gerçekleştirilmeye çalışıldığı Türkiye'de "nesil yetiştirme" hedefi gündemden düşmemektedir.
İlginç olan bu "
hedef"e ulaşma alanında Erken Cumhuriyet ve onun sosyal mühendislik projeleri ile hız kazanan çabaların günümüze kadar kesintisiz sürmesi, bunların farklı yaklaşımları benimseyen siyasal ve toplumsal örgütlenmeler tarafından savunulmasıdır.
Kendi "
doğruları"nı kutsayan, kendilerini yeniden üretmeyi hedefleyen yaklaşımların ideal "nesil"leri farklı özellikler taşımakta, buna karşılık "amaç" değişmemektedir.
Bu büyük çapta siyasetin "
mega söylemler" yardımıyla, "ezelden ebediyete sürecek büyükdava"lar biçiminde kavramsallaştırılması ve toplumu "aydınlatma," ona "doğru yol"u gösterme hedefine odaklanmasından kaynaklanmaktadır.

Böylesi bir siyaset anlayışı "
birey" yerine "dava neferi" ve "bayrak taşıyıcısı"nın yaratılmasını kutsamakta, "doğru yol"a yöneltme amacıyla farklılıkların törpülenmesini, eleştirinin engellenmesini meşrulaştırmaktadır

ŞÜKRÜ HANİOĞLU /25/9/2016
http://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2016/09/25/nesil-yetistirme



Kapalı toplumların motivasyonu, kendilerine özellikle bir "DAVA" aramalarından ve bulmalarından geçmekte ...

Bir "savunu" DAVALIK olursa ne olur?
Önce her davalık konunun iki muhatabı olur ...
Davacı ve davalı...
Hedef davanın kazanılmasıdır.
Davanın ebedi olarak sürmesi gerekir ki  estetik cemaat dağılmasın ...
Estetik cemaati bir arada tutan” özne” sorunun bizzat kendisi dir ...

Davaya konu olan "şey" cemaati bir arada  tutar …

"İslam davası" kavramsallaştırılması beni çok rahatsız eder...

İslamı "DAVA" konusu yapmak benim için riskleri beraberinde  taşır ...
Çünkü, İslam Allahın ismini verdiği Müberra dinin adıdır ...
İslamı  yüceltmek(dava ) benim için çok absürttür ...
İslamın içinde bireyin yücelmesi benim için anlamlı olandır ...
Özetle Ali Şeriati’nin dediği gibi; İslam yaşarken bana bu dünyada lazım, ahirette işime yaramayacak olan bir inanç sistemidir ...

Bana yol haritası verir.+
Takılıp düşmemem için.
Lakin yolda yürürken , giyeceğim ayakkabıya karışmaz, o yol için uygun vasıtaya karışmaz, senin dönemsellik ilkesi içinde seçeceğin araca karışmaz , yaya , deve , at , araba , uçak, anayasal demokrasi  vs vs.) 
   


Benim ;  İslam adına söylediğim, sistem arayışından, ekonomik modele kadar tüm çıkarımım tamamen ÖZNEL dir.

Doğrusunu  ALLAH bilir kaydını düşmediğim sürece,apaçık Allahlık hakkına tecavüzdür diye düşünüyorum ...
(doğrusunu  Allah bilir )   

Yani benim doğrumdur. Yanılabilirim, fikrimden vaz  geçebilirim, eleştirilmez değildir, mutlak hakikat değildir …

Ben ; tezimi  güçlendirmek için elimizdeki yazılı metin olan "Mushaf’a" istediğim her şeyi söyletebilirim ...

Çünkü yazılı sözcükler canlı gibi dururlar, lakin hangi asırda hangi soruyu sorarsanız hep aynı cevabı verirler ...

Peki  sorular değişmişse cevapların tek düze kalması mümkün mü?

FUKAHA HEMEN ÇÖZÜM BULUR.

"KIYAS-I FUKAHA" ALLAHIN YERYÜZÜNDEKİ ELİ GİBİDİR...

BUNA UYGUN "AYET"  BULUNABİLİR, "BİLENLER "ALİMLER " İÇİMİZDEN BİRİLERİNİN BU İŞE SOYUNMASI VS VS )


Peki değişim sosyoloji ile aralarında İlliyet bağı olmayan veya çok az benzerlik olan iki şeyi “KIYAS” yoluyla  HARAM VEYA MEKRUH VEYA HELAL EDİLEBİLİR Mİ ?


Üstelik bunu yaparken de İCMA denilen tekniğin mümkün atı olabilir mi ?

İCMA EN sabit diye sabitleştirdikleri  şey aslında bizim kuruntumuz olmasın!

Kendi kuruntu muzu, kendi  hevâ mızı DİN edinmiş  olmayalım ?

Peki  FETVA NEDİR?

Bu nasıl cür'ettir ki, kendi sübjektif  kanaatimizi  tek hakim hakikat, yanılmaz bir değer olarak üstelik vahiyle beslenmediğimiz aşikar olan bir konuda, Allah Resulünden görüş almamızın imkansız olduğu bir alanda, ŞARİ hükmünde KİTLELER’e empoze etmek …  

SONUÇ YERİNE :Doğrusunu  Allah bilir...