Sokrates: "Felsefe, neleri bilmediğini bilmektir."
Platon: "Doğruyu bulma yolunda, düşünsel (idealist) bir çalışmadır."
Aristotales: "İlkeler ya da ilk nedenler bilimidir felsefe."
Epikuros: "Mutlu bir yaşam sağlamak için, tutarlı eylemsel bir sistemdir."
Augustinus: "Felsefe tanrıyı bilmektir ve gerçek felsefeyle, gerçek din özdeştir."
Anselmus: "İnanılanı anlamaya çalışmaktır."
Karşımda bir kuş duruyor...yanımdakine dedim ki bak karşıda bir serçe var...
Bu söylediğim şey düşünce(m) midir?
Karşımda duran şey, yani kuş ve soyutlanmış hali ile bir serçe...
Ontolojik olarak var olduğundan
zihnim bunu tasdik etti...
Yani kendiyle var olan,benim arayıp
bulmadığım bir hayvan...
Varlığı ile düşüncemi oluşturdu...
Bu bendeki şuurlu bir faaliyet midir?
Yanımdaki benden aldığı bu bilgiyi bir üçüncü şahsa aktardı..
Bak "Abidin" kuş var dedi
üstelik serçe...
Yanımdaki "bu bilgiye "sazan gibi hemen atlamadı " bir dakika" dedi..
gidip bakayım...
ve gitti baktı ...
"hayır kuş değil,serçe hiç değil işte bak elime aldım...
O kağıt parçası...
Demek ki zihnim ilk adımı atarken Ontolojik (kendiyle var olan) olanı tasdik ediyor...
Fakat ikinci adım olarak nesneyi bir tarafa bırakıp bilginin/bilgimin doğruluğunu tasdik ettiğimde başka bir sorun çıkıyor...(eleştiri)
Karşımdaki şahıs bizzat bilgime eleştirel bakış getiriyor...
ve benim bilgimi eleştiriyor...
Ben de onu dinleyince ona hak
veriyorum.
Ama
ilk bilgimin doğruluğundan çok emindim.(Çünkü öyle zannediyordum)...
Demek ki "ZAN" bilgi değilmiş...
Halbuki asıl doğru olan o arkadaşın
getirdiği son bilgi...
O zaman ilk düşüncem yanlıştı...
Çünkü bizzat onun kuş olmadığını görmüştüm..
İMDİ;
Kendim için
bundan sonuç çıkarmalıyım...
A-Bundan mutlu olmalıydım,çünkü yanlış bildiğim şey doğrusuyla yer değiştirmişti...
B-Buna üzülmeliyim çünkü çünkü insanların
önünde rezil olmuştum...
C-Buna kızmalıyım, inatla eski bilgimin doğruluğunu sürdürmeliyim...
Ben (A) şıkkını işaretliyorum...
***
Kendimi
belli bir kültürel ortamda bulmuştum...
Siyasi
kültürümüzün ailece yol haritası
belliydi...
CHP'liydik, ama kendimi solcu olarak tanıtıyordum...
Oysa buz gibi ulusalcıymışım.
Ne Marksı ne Marksist iktisadı okumuştum .
Ne Lenin'in Emperyalizmin yapısal teorisini okumuştum ...
Mukayeseli okuduğumda Marks;kendi yaşadığı zaman diliminde gözlemlediği gerçekleri hakikat zannetmişti.
Çünkü gerçekler öyleydi o yüzyılda ...Ne işçi hakları, ne iş saatlerinin disiplini ne çalışma tüzüğü , ne haftalık yıllık tatil,emeklilik , ne tehlikeli işler tüzüğü hiç bir şey yoktu ...
Sömürü teorisinin yanlışlığını marjinal değer teorisiyle Carl Menger ,zaman tercihi (time-preference) teorisiyle de Eugen Von Böhm-Bawerk göstermişti.
Bu sebeple ne kapitalizmin,ne emperyalizmin ne olduğunu bilmiyordum ...
Sadece ezber ve klişe kelimeler ve zihnimdeki imge ...
sadece kahrolsun sloganı beni cezbediyordu ...
Şimdi ise Bir virüse bulunacak aşı bile kapitalizm sayesinde olacak ,yardım, infak ulusların zenginliği ile gerçekleşeceğini insanlar gördü ...
Çünkü Kapitalizm sadece üretim biçimiydi...
Onu vahşileştiren aşırı kâr hırsı ile iktidarlara istediği şeyi yaptıran kapitalist ile ona bu imkanı sağlayan devletti
Şimdi ise Bir virüse bulunacak aşı bile kapitalizm sayesinde olacak ,yardım, infak ulusların zenginliği ile gerçekleşeceğini insanlar gördü ...
Çünkü Kapitalizm sadece üretim biçimiydi...
Onu vahşileştiren aşırı kâr hırsı ile iktidarlara istediği şeyi yaptıran kapitalist ile ona bu imkanı sağlayan devletti
Fakat garip gelecek öteki yanım geleneksel dindardık, din adına iddialarımız vardı...
Tıpkı bu
günkü Kemalistler,sosyalistler,İslamcılar, Milliyetçiler gibi gibi bir şeylere inanıyordum...
Mukayeseli okumuyordum...
Bilgi olarak zihnimde sadece SANI vardı (zan,zehap) doğruydu..
Çünkü sonra öğrendim ki bilgi yanlış olmaz.Yanlış olan sanıdır ...
Ben "sanıyı" Bilgi zannetmiştim ..
İdeallerim
vardı...
Rol
modellerimden "rol" çalmıştım...
Dindarlığım
ise atalar kültüründen gelmişti...
İbn Haldun'u, Karl
Popper'i, Ali Şeraiti'nin hocası Gürvitch
ile Yaptığı tartışmayı öğreninceye kadar...
İbn
Haldun'dan tarihi malzemenin, rivayetin "TEMYİZİNİ" sonra
TENKİDİNİ öğrenmiştim...
Öyle diyordu
Haldun; "TEMHİSUL-HABER VE'L-İNTİKAD...
Yani gelen haberin aslını
,özünü cevherini bulup çıkartmak..Sonra
"tenkide" tabi tutmak...
Örneğin "Tarihi rivayet";
bir savaşın bir alanda (ÖR;Ankara Ovası olsun) kuvvetlerin bir birlerine karşı
2500 kişilik güçler halinde saldırıldığı haberi gelmiş dahi olsa ...
Bir tarihçi
bu habere hemen atlamamalı,önce O OVA (Ankara ovası) 2500 kişiden 5000 kişiyi alacak büyüklükte mi
onu araştıracak ki ileri ki nesillere yalan haber'i aktaran olmasın. Yanlış TARİH BİLİNÇ oluşturmasın...
Aynı şekilde Karl
Popper'in " "Yanlışlanabilirlik"
İlkesi...Eğer bir teori,bir görüş yanlışlaşmaya kapalı ise ,yanlışlanamayan bir
kuram bilimsel değildir.ÇÜNKÜ;"
tümevarım ilkesinin geçersizliği nedeniyle, kuramlar hiçbir zaman deneysel
olarak doğrulanamaz; ama yanlışlaşabilir."/örneğin çok sevdiğim bir
Milliyetçi arkadaşım facebook'ta şöyle diyordu...
" Dünya
üzerinde her milletten ırkçı olur ancak Türk'ten ırkçı
olmaz ."
ve ;Karl Popperin yanlışlanabirlik kuramına göre,bu ifade doğrulanamazdı ama yanlışlanabilirdi. Ve yanlışlanmıştı da zaten ;kendi ve partisi buz gibi IRKÇIYDI...
ve ;Karl Popperin yanlışlanabirlik kuramına göre,bu ifade doğrulanamazdı ama yanlışlanabilirdi. Ve yanlışlanmıştı da zaten ;kendi ve partisi buz gibi IRKÇIYDI...
Bir diğeri Ali Şeriatin hocası ile
giriştiği diyalogdur...
"İşte
şimdi tam da olmak istediğimiz noktada yani 1961 senesindeyiz . O halde, bu
tarihte henüz 28 yaşında olan genç Şeriati ile meşhur Prof. Gurvitch’in, o hoş
ve bir o kadar öğretici diyalogunu aktarmaya başlayalım.
Dr.Şeriati,
Prof. Gurvitch’den bahsederken, “ Benim bir üstadım vardı “ der ve şöyle
devam eder ;
“
Onun için bir konferans veriyordum. Sosyoloji konularından birisinden
bahsederken, bazı tanımlar aktarıyordum. Sonra Prof. Gurvitch’in tanımlarından
birisini naklettim. “
Sonra
ne mi olmuş? Prof. Gurvitch, ayağa kalkarak, genç doktora öğrencisi Şeriati’nin
sözünü kesmiş ve ona anlattığı tanımın gayet saçma olduğunu söylemiş.
Dr.
Şeriati utanıp susacaktır. Zira bu tanım bizzat Prof. Gurvitch’e aittir ancak
o, hocasını tüm öğrencilerin gözünde küçük düşüreceğini düşündüğünden olsa
gerek, o an için susmayı tercih eder.
Ancak,
Prof. Gurvitch Şeriati’ye dönerek, bu bahsettiklerinin nereden alıntı
yapıldığını sorar. Dr.Şeriati, “sizin falanca kitabınızdan hocam”, dediği vakit
ise tüm öğrenciler gülmeye başlar.
Devamını
tekrar Dr Şeriati’den dinleyelim. Bakınız o, hadisenin devamında sınıfta
yaşananları nasıl anlatıyor ;
“
O bana, kitabın hangi senenin baskısı olduğunu sorunca, 1954 senesine ait
olduğunu söylemiştim. Ve bana şöyle dedi; “ Fakat ben 1954 senesinde ölmedim.
Şu anda 1961 senesindeyiz ve hala yaşıyorum. Yani 1954 ‘ten 1961’e kadar
yaşadım ve düşündüm. Oysa sen 1954 senesindeki Gurvitch’e dair bazı tanımlar
anlatıyorsun. Hem de 1961 senesinde var olan Gurvitch’in yüzüne karşı ..Ve eğer
1954 senesindeki sözüm ile 1961 senesindeki sözüm aynı olsa idi bu benim için
fazilet olmayacaktı..Bu benim duraklamam ve durağanlığım olurdu. 1954
senesinden beri boşuna yaşamış olacaktım …“..
İşte böyle benim hikayem...
Güncellenmemiş bilgi beyninizde
taşıdığınız
defolu lüzumsuz "mal" gibidir...
yola çıktım ...
yoldan çıktım ...
kalabalıkla,grupla,ideoloji ile hiç işim olmaz artık
yola çıktım ...
yoldan çıktım ...
kalabalıkla,grupla,ideoloji ile hiç işim olmaz artık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder