İnsanımız; klişe ezber ve Marksist ideolojiden ödünç aldığı 3-5 kavramla sosyal süreçleri tanımlamaya kalkıştığında ortaya tam bir aymazlık çıkmakta...
Değerli Akademisyen, Prof. Dr. İlhami Güler’ Fransız sosyal
bilimci Pierre Bourdieu’nin“İnsanların birçok günlük davranışlarını ve
toplumsal ilişkilerini açıklamak için geliştirdiği bir kavram vardır SEMBOLİK
KAPİTAL-SEMBOLİK META” der.
Kısaca herhangi bir toplumda
tarihi, manevi, kültürel değerler ve Semboller o toplumdaki kişiler ve gruplar
tarafından ekonomik, siyasal güç ve çıkar elde etmek için çok rahat bir şekilde
kullanılabilinir, fakat bunun bilince çıkarılması veya itiraf edilmesi zordur.
Bu durum ”ikiyüzlülük” ahlaksızlığın
ahlaka bir armağanıdır” der.(1)
Özetle, bir
toplum, hafızasına kayıtlı birtakım tarihi, manevi sembolleri, ekonomik ve
Siyasal güç elde etmek için kullanılabilmektedir.
Ancak sadece dini ve manevi değerler midir “SEMBOLİK KAPİTALE” dönüşen? Köpek
kendine atılan ve canını acıtan taşı muhatap kabul etmez ve taşa saldırmaz onun
için dahi nedensellik ilkesi geçerlidir ve taşı atan “eli” arar ve ona
saldırır.
Çünkü suçlu taş değil bizzat eldir. Yani insandır, yani sistemdir, yani
kötü yönetimdir. Pascal Salin’in vahşi
olan kapitalizm değil “DEVLET” tir dediği
gibi.
Zaman Gazetesinin17/2/2011 tarihli yayını, bu tezimizi daha da
netleştirmektedir. Hafızası kayıp bir toplum olarak, geçmişi çok çabuk
unutmamız adeta milli özelliğimiz oldu. Şu
an IMF siz yürüyen bir ekonomik yapı mevcut. Yani Vahşi kapitalist sistemin
etkin bir ayağı olan IMF devre dışıdır. Peki bu IMF nasıl sömürebiliyordu? Hadi
hafızamızın kayıt tarihini 19/şubat/2001
olarak belirleyelim. Ne olmuş tu IMF ile? Bu sorunun cevabını Zaman Gazetesi
veriyor ulaştığı belgeleri yayınlayarak. O Meşhur üçlü koalisyonun becerisini
tekrar hatırlatıyor. Zaman Gazetesi şöyle diyor.
“IMF YETKİLİSİNE BDDK'DA "ODA" VE "PARA "
“Zor durumdaki Türkiye'de kurumlara yönelik bu
tutumu takınan IMF'nin, buradaki işlerini takip için 'danışman' adı altında
temsilci atadığı ortaya çıktı. BDDK ' dan
gizli yönetici olarak adlandırılan Marc
Carawan isimli şahıs ve arkadaşlarına 249,6 bin dolarlık ödeme yapıldı.
Bankacılık Üst Kurulu'nun 18 Eylül 2002 tarihli kararında da bu ödeme kayıtlara
geçti. Fon ile varılan sözlü mutabakat çerçevesinde bu rakamın 149 bin 600
dolarlık kısmının BDDK, geriye kalan kısmının ise TMSF tarafından ödenmesine
karar verildi. Fon'un danışmanlık hizmet bedeline ilişkin ödeme dokümanı
Ağustos 2002'de tebliğ edildi. O dönemde BDDK başkanı olan Engin Akçakoca'nın
kurula gönderdiği yazıda, "IMF tarafından Banka Sermayelerinin
Güçlendirilmesi Programı'nın hazırlık ve uygulama aşamasında kurumumuza teknik
destek hizmeti sağlanmasına karar verilmiştir. Söz konusu teknik destek
hizmeti, IMF'nin de mutabakatı ile çeşitli danışmanlar (Marc Carawan ve
arkadaşları) tarafından yürütülmüştür. IMF tarafından kurumumuza gönderilen 23
Ağustos 2002 tarihli dokümanda, söz konusu hizmetlerin tamamlanmış olduğu
belirtilerek, bu hizmetler için harcanan tutardan kurumumuzun payına düşen
toplam 249.600 doların ödenmesi talep edilmektedir." ifadelerine yer
veriliyor. Akçakoca'nın talebi üzerine kurul, konuyu 18 Eylül 2002'de karara
bağladı.
IMF, kredi için 'üç bankaya el koyun' dedi, görevlisini de
BDDK'ya yerleştirdi”(2) Demek ki sömürü “biz” olmadan gerçekleşmiyor. Demek ki sömürüyü gerçekleştirdiğine
inandığımız o aşkın kavramlar “bizim”
hatalarımızla ete kemiğe bürünüyor. Onlar bizimle
hayat buluyor. Aslında bu soruların cevabı basittir. Herkes tarafından bilinir.
Ancak analitik sorgulama, sosyolojik
düşünme tarzı gereklidir ve suçu “TAŞ” ve
TAŞI ATAN EL” örneğindeki gibi topu taç’a atmadan aşkın ve tanrısal güç vehmettiğimiz kavramlara özel misyon
yüklemeden gerçekleşebilir. Siyonizm, vahşi kapitalizm, liberal kapitalist
sistem, sekülerizm vs . Kapalı toplumlarda bu aşkın kavramlar, sosyal süreçleri
açıklamak için yeterlidir. Tembel zihinler bu kavramları afyon gibi kullanır. Kendi Hatalarımızı maskelemek için
kullandığımız bu kavramlar bizi rahatlatır ancak sorunlar bütün haşmetiyle yine
karşımızda durur. Şunun adını doğru koymayı bir becerebilsek birçok sorunun
kökenine inebileceğiz. İbn-i Haldun doğduğunda Marks da yoktu, Adam Smith de
ancak Allahın İktisat yasası mevcuttu, sorun
bu yasaların keşfiyle alakalıydı.Bu yasalara sırtını dönen ve hukuk üretmeyen,(Adalet)Kurumlarını
denetleyemeyen toplumların akibeti bu dur.2002 deki Türkiye
örneği,bürokrasi sınıfının gözü önünde batırılan bankaları ve daha bir çok
olumsuzluğu analitik sorgulama yerine,şablon ve taklidi kavramların arkasına
sığınarak işi idare etmek isteyenlere şunu sorabiliriz vahşi kapitalizm tatile mi çıktı? Bankalar şimdi niçin batmıyor/batırılamıyor? Ziraat Bankasının görev
zararı niçin oluşmuyor?
Ve meraklısı için (okuyacak için) İbn – Haldun’un
görüşlerini(inşallah) bir sonraki yazımızda sunacağız..
1-İlhami Güler
islamiyat/ kitabiyat Bülten Atatürkçülük
ve Atatürk Sem.Kap.
2-17/2/2011TarihliZaman gazetesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder